19 Temmuz 2018 Perşembe

Yokluğun üçüncü boyutu

Göğüs kafesimde bir karadelik var ve tüm kemiklerimi kırarak kendi vücudumu içine çekiyor.
İçindeki karanlıkta paramparça oluyorum. Her bir kas dokusunun kopuşunu, kemiklerin yıldız şeklindeki hücrelerinin kırılışını, gözlerimin yuvalarından emilip çıkarılışını, kulağıma sokulan şişleri, burnumdan beynime gidecek kadar yüksek bir basınçla verilen yakıcı zehri.

Her birini. Acının her bir köşesini. Şakağa silah dayamak gibi değil bu, o kadar acısız olmadığı için şanslıyım. Arayıştan başka bir duygum kalmadı. Gelişigüzel iyilikler, gelişigüzel kötülükler, gelişigüzel bela arayışı.

Ölüme, tüm hayatın değerini anlayacak kadar yaklaşmak istiyorum. Denizde, denizin dibi zifiri karanlık görününene dek kollarımın ağrısına, ciğerlerimin yanışına aldırmadan, saçma bir şekilde sualtında bulanık gören gözlerle, arada nefes almaya çalışırken ağzıma dolan ve beni boğmaya çalışan denizde, yüzüyorum. Bazen kıyıdan görünmeyecek kadar uzaktayken, ciğerlerime su çekmeye çalışarak nefes alıyorum.

Deniz öksürüklerim durana dek durulup düzleşiyor. O sırada hayat dur diyor, dur diyor hayat. Yaşayacak mutlulukların ve acıların var. Bunlar ömrünün tuğlaları. Yoksa birden, böyle, henüz ne büyük acılar ne de büyük mutluluklar sevgiler görmeden ölecek misin?

Eğer cevabın evetse, dünyaya şişmiş, beyazlamış ve ıslak ekmeğe dönmüş bir vücut bırakma. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ne düşündüğünü merak ediyorum, buraya yazabilirsin.

Serotonin ne hissettirir

Mastürbasyondan sonra sanki hiç savaş yokmuş gibi barış şarkıları dinliyordum. Dünya aslında barış içindeymiş gibi huzurluydum. Göğe doğru...